Mualla'ya Serenat - II
Sallana
sallana, ine çıka, dolana dolana geçiyoruz Torosları.
Güneş çamların ardından göz kırpıyor.
Bir dağı aşıyoruz ve sanki bir devri aşıyoruz.
Çorak bir manzaradan ibaret her şey, göz alabildiğince aynı manzara…
Çoğu
boyasız, kimi sıvasız ve damsız gri evler.
Antenler sarkıyor her yerinden.
Beton bacalar, duvardan fırlamış borular ve katranlı dumanlar…
Bütün yüzlerden gözle görülür bir sıkıntı akıyor, camlara sıvanıyor.
Daha ilerisini görmek mümkün değil artık.
Heyula’dan sıyrılıp yüzüme, üstüme bulaşan isten kurtulmaya çalışıyorum.
Antalya’dan
otobüse bindiğim andan itibaren treni ve yolculuğumu düşünüyordum aslında
sadece.
İlk kez uzun bir tren yolculuğuna çıkmanın telaşı ve endişesi…
Zor
geçen bir kışın son günleri bunlar…
Çantam,
kitabım, küçük pilli kasetçalarım, işte yine yollardayım.
İstasyon,
kasabanın hemen yamacında.
Dımdızlak, çırılçıplak ceviz ağaçları ve yeşil şimşirler içerisinde.
Etrafını çevreleyen alçak, ahşap çiti biraz olsun içimi ısıtıyor. Kasvetin
içerisinde bir soluk, biraz huzur, nefes aldığımı hissediyorum.
İki
katlı, sarı, şirin lojmanının penceresinden sarı bir ışık süzülüyor. O sarı
pencerenin ardında istasyon şefi ve tombul karısının gündelik, sıradan
yaşamları…
Salonun ortasında bütün harıyla yanan sobanın telinde kurutulan çamaşırlar,
pazar banyoları, çocuk bağrışmaları, ay sonu kaygıları, bilindik karı koca
kavgaları, ertelenen umutlar.
Herkes
bir hayat yaşıyor, basit, uzun ya da kısa, sıfatın manası yok.
Zamanın ağırlığı, mutluluğun da darası yok.
Patikadan geçip gidiyorum, sarı ışığı arkamda bırakarak.
İstasyon
kahvesinin açık olan radyosundan haber spikerinin tok sesi yankılanıyor
sundurmaya.
Sarı, tok ve soğuk sesin olduğu kapıdan kafamı uzatıyorum içeriye.
Meşini yırtılmış, süngerleri çıkmış, oturdukları sedirin, oturdukları köşenin
bile aynı olduğu, aynı yüzlerin, aynı yaşamların istasyon kahvesi.
Sınanmış
alışkanlıkların, aynılıklar kahvesi…
Gelen
trenler, gidenler ve yiten zaman…
Köşede
yalnız başına oturan kasketlinin önünde bir kadeh duruyor. Yaşamın derin
izlerle bezediği suratını kaldırıp kapıdan gireni süzüyor.
Besbelli ki beklediği ben değilim, başka birini bekliyor.
O son kırışıklık, umduğu ile karşılaşamamanın hayal kırıklığı çizgisi,
derinliğini seziyorum.
Kirli
sarı boyalı duvarda, rutubetten sararmış beyaz saate ilişiyor gözlerim,
“Pamukkale ekspresi”nin gelmesine yirmi dakika var.
Çantayı yere bırakıyorum, ceketimin düğmelerini çözüyorum.
…
Trenler
geçiyor içimden, istasyonlar, garlar.
İnenler, binenler, sürekli bende yol alanlar ve bir daha hiç uğramayacağım
istasyonlar.
Uzun bir serüven bu, aylardan zemheri…
…
Loş
bir mekân, masamızda kandil ışığı, ahşap sandalyemiz.
Kulaklarımızda, eski şarkılardaki plak cızırtısı.
Hiç
konuşmadan saatlerce oturduk, saatlerce de oturabiliriz.
O kömür karası, canımın içi gözlerden süzülen yaşların sebebi ben değilim,
biliyorum.
Ama bu seslerin, bu görüntülerin onu benden uzak, başka bir yerlere alıp
götürdüğü de aşikar.
Nasıl
böyle bakmayı becerebiliyor bilmiyorum ama alaz giriyor gözlerimden, göğsümde
bir yerleri kavuruyor.
Daha henüz bu yangını söndürememişken,
hiç ummadığım bir an da uzanıp öpüyor, kızıl dudakların koru yakıyor.
+iyi
gelmiyor bu şarkılar bana, gidelim buradan
-
Gidelim...
İnce
ince bir yağmur yağıyor…
Yürüyoruz
ve hiç durmadan yürüyebiliriz.
+Uzaklara
gidelim, uzun bir yolculuğa çıkalım ya da… Tren yolculuğuna çıkalım mesela?
-
Tamam, gidelim.
…
Vuslat
taşır bazen;
binilen o trenler, çıkılan o yolculuklar, o küçük istasyonlar, kocaman soğuk
garlar. Ve çoğu zaman ayrılık…
Aynı
kompartıman penceresinden bakamadığımız;
küçük kasabaların bahçeli evlerinin,
demlice bir bardak çayını içemediğimiz küçük istasyon kahvehanelerinin,
binemediğimiz o trenin ve çıkamadığımız o yolculuğunun küskünleriyiz… Belki
de..?
İki
kişilik bir bilet…
Yan yana aynı zamana sığdıramadığımız, sadece iki kişilik bir bilet… Belki
de...?
Bir
yalnıza, yenilmişe ait değildir ya hep;
İki kişilik de olabilir keşkeler,
İki kişilik belkiler,
Ve iki kişiliktir yarım kalanlar.
İki kişiliktir özlemler, hasretler.
O bunu
hala bilmiyor…
biliyodur belki..
YanıtlaSil