Anlar, kokular, çocuklar ve bahçeler/ Teser...
Hep güzel başlayacak değil ya, bu defa kanlı başlıyor hikâye.
Kadınların dedikoduya daldığı bir an da, emekleyerek kaçtığım
bahçede, kümesin ve büyükbabamın göz bebeği, Denizli horozunun tepeme
çıkıp gagalaması ile başlıyor bahçe hikâyelerim.
Ki babamın elini kana bulamasına sebep.
Tepeme çıkmış horozun gaga darbeleri ile kan revan içinde kalmam,
yokluğumu fark eden babamın, bahçeye fırlayıp, tek hareketle kafasını
gövdesinden ayırmasıyla son buluyor ilk macera.
O gün hariç, tavuklarla, hindilerle ve hatta horozlarla aram hep iyi olmuştur.
Çok yorulmuştur diye düşünerek, kuluçkaya yatmış tavuğu, folluktan kaldırıp onun yerine oturmuşluğum bile var.
“Aman!
Büyükbaba fark etmesin…” diyerek; kırılanların yerine bakkaldan
aldıkları yumurtaları, tavuğun altına koyan ev ahalisinin suça yataklık
etmekten dolayı duydukları vicdan azabı.
Yirmi bir gün sonunda
yumurtalarda beklenen hareketin olmaması üzerine, Büyükbabamın ev
ahalisini sorguya çekmesi, baskılara dayanamayan halamın, olayı tüm
gerçekliği ile anlatması ve aldığım ilk süresiz bahçeye çıkma yasağı…
Bir yetişkin için yaşadığı yerin sınırları, dünyasının sınırları
demektir. Ama bir çocuk için dünya, hayalleri kadar sınırsızdır…
Sünnet düğünü; bir çocuk için hem çok korkulan, hem de sonrasında “erkek” statüsüne erişebileceği en önemli tarihi eşiktir.
Sünnet düğünümün yapıldığı yer, benim bahçem.
Kordonlara
bağlı, rengârenk ampullerle aydınlanan bahçede, tahta masaların üzerine
serilmiş çiçekli plastik sofra örtülerinin çiçekleri hala aklımda.
Burnumda, mutfakta pişen kavurma/pilav
Damağımda, zerdeçal kokusu.
İnce saz ve boylu boyunca uzanan rakı sofraları…
Yaz akşamları bahçeye kurulan ve tüm ailenin bir arada olduğu, en şenlikli yaz gecelerimi geçirdiğim yer, benim bahçem.
Kocaman bakır leğende, gün boyu güneşin ısıttığı suya tuz dökerek, deniz özlemimizi giderdiğimiz yer, benim bahçem.
...
...
Kışın, tekrar kurulacak soba ve ekipmanları, kullanılmayan eski
eşyalar, gerekli gereksiz tüm alet edevatın; sıcaktan, yağmurdan, kardan
korunarak saklandığı yerdir kuruluklar. Bir çocuk içinse; zaman
geçirilecek, oyun oynanabilecek en güzel köşelerinden birisidir
bahçenin. Hatta komşu kızını gizlice öpebileceğiniz, (hem de dudaktan)
kimsenin göremeyeceği gizli yerleri bile vardır.
Tekerlekli tahta bir tiktaktan başka oyuncağı olmayan bir çocuk;
biraz çivi, bir iki tahta parçası ve bir keserle neler yapmaz ki..?
…
…
Büyükbabam keserini arıyor.
Alet sandığında koyduğu yerde yok o meret.
O
sevecen, babacan, ton ton büyükbabaların birden; siyah beyaz ekranlarda
seyredip, gece de rüyamıza giren “Hüseyin Peyda” olabildikleri ender
mevzulardan biridir,
“Koyduğu yerde bulanamayan alet/edevat.”
Ve bizim bahçe hudutları dahilinde de, kaybolan her alet edevatın, faili meçhul her olayın müsebbibi benim.
Ayrı
iki evde, aynı bahçeyi paylaştığın, bütün gün ders çalışan, çalışmadığı
zamanlarda da Kemalletin Tuğcu’lardan kafasını kaldırmayan bir kuzenden
hiçbir zaman sorulmaz, kaybolan bir keserin hesabı.
Saatlerce tek başına arayıp yıldıktan sonra, her cinayet masası
dedektifi gibi, soruşturmaya ilk önce sabıkası olandan başlıyor “Hüseyin
peyda”.
Ki olay aynen şöyle gelişiyor;
- Oki! Yavrum! keseri gördün mü?
O yaştaki bir çocuk için büyükbaba kızdırılınca Hüseyin Peyda
olmanın dışında geri kalan zamanda Hulusi Kentmen’dir, Metin Oktay’dır.
Metin Oktay’ın onu adam yerine koyup, danışması karşısında havaya girmez mi bacak kadar velet? Giriyor…
- Biliyorum ben yerini…
Kuruluk, kömürlük, kümes, şu ağacın dibi, şu duvarın kenarı bütün
bahçe, elde büyükbaba talan ediliyor. Ne kadar zaman geçmiş
kestiremiyorum elbette. Büyükbaba artık ümidini yitirdiği noktada tekrar
yineliyor sorusunu
- Nerde keser len?
Göze girmek ve ciddiye alınmanın verdiği hevesi geride bırakmış,
aramanın sonuç vermemesi üzerine yiyeceği okkalı bir “siktir lan oradan
pezevenk… iki saattir dolaştırıyor peşinde.” ‘in derdine düşmüş
bacaksız…
- Büyükbaba be..!
- Söyle..!
- Teser nası bişey ?
Zor şey çocuk olmak,
çok zor büyüklerin isteklerine cevap vermek, onların gözüne girmek…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder