24 Eylül 2012 Pazartesi

Anlar, kokular, çocuklar ve bahçeler/ Teser...

Hep güzel başlayacak değil ya, bu defa kanlı başlıyor hikâye.
Kadınların dedikoduya daldığı bir an da, emekleyerek kaçtığım bahçede, kümesin ve büyükbabamın göz bebeği, Denizli horozunun tepeme çıkıp gagalaması ile başlıyor bahçe hikâyelerim.
Ki babamın elini kana bulamasına sebep.
Tepeme çıkmış horozun gaga darbeleri ile kan revan içinde kalmam, yokluğumu fark eden babamın, bahçeye fırlayıp, tek hareketle kafasını gövdesinden ayırmasıyla son buluyor ilk macera.
O gün hariç, tavuklarla, hindilerle ve hatta horozlarla aram hep iyi olmuştur.
Çok yorulmuştur diye düşünerek, kuluçkaya yatmış tavuğu, folluktan kaldırıp onun yerine oturmuşluğum bile var.
“Aman! Büyükbaba fark etmesin…” diyerek; kırılanların yerine bakkaldan aldıkları yumurtaları, tavuğun altına koyan ev ahalisinin suça yataklık etmekten dolayı duydukları vicdan azabı.
Yirmi bir gün sonunda yumurtalarda beklenen hareketin olmaması üzerine, Büyükbabamın ev ahalisini sorguya çekmesi, baskılara dayanamayan halamın, olayı tüm gerçekliği ile anlatması ve aldığım ilk süresiz bahçeye çıkma yasağı…
Bir yetişkin için yaşadığı yerin sınırları, dünyasının sınırları demektir. Ama bir çocuk için dünya, hayalleri kadar sınırsızdır…
Sünnet düğünü; bir çocuk için hem çok korkulan, hem de sonrasında “erkek” statüsüne erişebileceği en önemli tarihi eşiktir.
Sünnet düğünümün yapıldığı yer, benim bahçem.
Kordonlara bağlı, rengârenk ampullerle aydınlanan bahçede, tahta masaların üzerine serilmiş çiçekli plastik sofra örtülerinin çiçekleri hala aklımda.
Burnumda, mutfakta pişen kavurma/pilav
Damağımda, zerdeçal kokusu.
İnce saz ve boylu boyunca uzanan rakı sofraları…
Yaz akşamları bahçeye kurulan ve tüm ailenin bir arada olduğu, en şenlikli yaz gecelerimi geçirdiğim yer, benim bahçem.
Kocaman bakır leğende, gün boyu güneşin ısıttığı suya tuz dökerek, deniz özlemimizi giderdiğimiz yer, benim bahçem.
...
...
Kışın, tekrar kurulacak soba ve ekipmanları, kullanılmayan eski eşyalar, gerekli gereksiz tüm alet edevatın; sıcaktan, yağmurdan, kardan korunarak saklandığı yerdir kuruluklar. Bir çocuk içinse; zaman geçirilecek, oyun oynanabilecek en güzel köşelerinden birisidir bahçenin. Hatta komşu kızını gizlice öpebileceğiniz, (hem de dudaktan) kimsenin göremeyeceği gizli yerleri bile vardır.
Tekerlekli tahta bir tiktaktan başka oyuncağı olmayan bir çocuk;
biraz çivi, bir iki tahta parçası ve bir keserle neler yapmaz ki..?


Büyükbabam keserini arıyor.
Alet sandığında koyduğu yerde yok o meret.
O sevecen, babacan, ton ton büyükbabaların birden; siyah beyaz ekranlarda seyredip, gece de rüyamıza giren “Hüseyin Peyda” olabildikleri ender mevzulardan biridir, “Koyduğu yerde bulanamayan alet/edevat.”
Ve bizim bahçe hudutları dahilinde de, kaybolan her alet edevatın, faili meçhul her olayın müsebbibi benim.
Ayrı iki evde, aynı bahçeyi paylaştığın, bütün gün ders çalışan, çalışmadığı zamanlarda da Kemalletin Tuğcu’lardan kafasını kaldırmayan bir kuzenden hiçbir zaman sorulmaz, kaybolan bir keserin hesabı.
Saatlerce tek başına arayıp yıldıktan sonra, her cinayet masası dedektifi gibi, soruşturmaya ilk önce sabıkası olandan başlıyor “Hüseyin peyda”.
Ki olay aynen şöyle gelişiyor;
- Oki! Yavrum! keseri gördün mü?
O yaştaki bir çocuk için büyükbaba kızdırılınca Hüseyin Peyda olmanın dışında geri kalan zamanda Hulusi Kentmen’dir, Metin Oktay’dır.
Metin Oktay’ın onu adam yerine koyup, danışması karşısında havaya girmez mi bacak kadar velet? Giriyor…
- Biliyorum ben yerini…
Kuruluk, kömürlük, kümes, şu ağacın dibi, şu duvarın kenarı bütün bahçe, elde büyükbaba talan ediliyor. Ne kadar zaman geçmiş kestiremiyorum elbette. Büyükbaba artık ümidini yitirdiği noktada tekrar yineliyor sorusunu
- Nerde keser len?
Göze girmek ve ciddiye alınmanın verdiği hevesi geride bırakmış, aramanın sonuç vermemesi üzerine yiyeceği okkalı bir “siktir lan oradan pezevenk… iki saattir dolaştırıyor peşinde.” ‘in derdine düşmüş bacaksız…
- Büyükbaba be..!
- Söyle..!
- Teser nası bişey ?
Zor şey çocuk olmak,
çok zor büyüklerin isteklerine cevap vermek, onların gözüne girmek…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder