15 Aralık 2010 Çarşamba

O zaman...

Yaşadığım tüm mevsimlerimi tek tek hatırlıyorum.
En çetin kışları, en kurak yazları ve en yeşil, en hüzünlü baharları…
Kışın tam ortasında yaz ulaşılmaz geliyor.
Ama bahar gelip geçiyor, yaz bile bitmiş.
Bir bakıyorsun ki, uzun bir kışın içindesin yine.

Avurtları çökmüş, ince, uzun, çirkin kadın. Boy boy leğenler, mandallar, kovalar, süpürgeler. Rengârenk plastik cümbüşün altında kamburu çıkmış, iki büklüm beliriyor kapıda.

Ellerini ovuşturuyor, iplerin sancısı akıp gitsin diye.

Odanın hemen girişinde bağdaşını kuruyor yere oturuyor Nazmiye.
Çarşafının lastiğini kıvırıp sardığı birinci paketinden “cigara”sını tellendiriyor.

İçeri girdiği andan itibaren bütün eve, hatta açık camdan bütün bir mahalleye, kuru, kara bir gürültü yayılıyor.

Kendisinin, benim ama daha çok babamın; eskimiş pantolon, gömlek ve kazaklarımızı yığıyor Nazmiye’nin önüne annem. Nazmiye, kaşını kaldırıp, dudağını bükerek, memnuniyetsiz; “abe bişey etmez bunlar, çıkar kız, çıkar…” diyor.

Çocukluğumun en sevdiğim gri fitilli pantolonu bile aralarında olmasına rağmen bu memnuniyetsizliğine çok kızıyorum. Ama aslında korkuyorum Nazmiye’den. Arada bir attığı anlamsız kahkahalarda görünen altın dişi, anlattıkları bocuk karısı hikâyelerini anımsatıyor bana.

Annemin sandıkla oda arasında gidiş gelişlerinde hiç susmuyor Nazmiye, hep bir şeyler anlatıyor. O kadar hızlı konuşuyor ki, arada söylediği “epiciğine bi koldamca leğen, bi de mandal takımı veririm”i seçiliyor. Koldamca leğen, bir mandal takımı teklifi karşısında annem hiddetle, bütün getirdiklerini kucaklıyor kaldırıyor Nazmiye’nin önünden. Nazmiye istifini bile bozmadan
“Mari dur büyük leyeni vereyim beyenmediysen” diyor. Annem ikna olmuşa benziyor ama büyük leğenin yanında bir de kova istediğini söylüyor. Bu defa Nazmiye nin çökmüş avurtlarını titreterek korkunç ağzından kelimeler adeta fışkırıyor.

Evin içerisinde bir şamatadır gidiyor. O bağrışmaların ardından anlaşmaya vardıklarının ve iki tarafında memnun olduğuna dair kahkahaları yükseliyor.

Az önce kavga eden onlar değilmiş gibi şimdi karşılıklı oturmuş kahvelerini yudumluyorlar.
Zaman çok şeyi değiştiriyor ama kadınlar konusunda anlamlarımın kifayetsizliği baki kalıyor.
Ki ben olup bitenlerden o zaman da bir anlam çıkaramıyorum. Çıkardığım anlamlarda bir o kadar anlamsız oluyor genelde. Eski iştifanımı bakkala götürüp yerine leblebi tozu almayı teklif etmişliğimin tek sebebi Nazmiye ile annem arasındaki bu garip ticari alışveriştir.

Akşam oluyor, güneş iniyor, serçeler susuyor, yanık sesi ile bir eskici geçiyor.
“A kız ben bi cigara daha içip kalkayım ezan oldu” diyor Nazmiye.
Bunu anlıyorum işte, izni koparıp oyun oynamak için her sokağa fırladığımda annemin arkamdan “ezan olmadan evde ol” seslenişi hala kulaklarımda. Sadece çocuklar için değil, herkes için genel geçer bir zaman ibaresi “ezan”

Ve zaman… ah! zaman
Arttıkça azalan,
sadece zaman.

Değiştirebilirim istersem bir çok şeyi; gidişatımı işimi, aşımı, evimi, yolumu, şehrimi, eşyayı…
Eskilerimi versem..?
O zaman, “O” ve zaman…
Ne kaldı nakt-ı ömrümüzden geriye?
Biraz olsun; yeni zaman, yeni bir zaman…
Ah zaman…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder