15 Aralık 2010 Çarşamba

Mualla'ya Serenat... - I

Olmaya çalışıyoruz, dolmaya…

Gördüğüm ve görebileceğim en iyi öğretmen hayat.
İyi bir öğrenci olduğumu söyleyemem.
Durmadan öğretiyor, öğrenmenin sonu yok.

“Yaşıyorum” diyorsun ya; ee... hakkını da vermelisin.
Ve özümse melisin, siyahı da var, beyazı da…

Damıtmalısın usta bir kimyager gibi.

“Grilerin yoksa çok zor olur hayat sana” demişti biri,
şimdi ne yüzü aklımda, ne de tarihi.
Ama hala gri diye biri yok yine benim hayatımda.

Biliyorum;
Her anına, her dakikasına, her gününe bir anlam katamazsın,
Ama en azından, hakkını vermelisin yaşadığının,
adı her ne ise…

Yaşamanın da bir sanatı var.

Ve bir şeye başlıyorsan eğer; bütün güzel şeyler gibi bütün riskleri de göğüslüyorsun demektir.

Yapacaklarım var dı daha, işlerimi yoluna koyacaktım.
Göreceklerim, gideceklerim vardı...

Henüz hazır değilim.

Ama o beklemiyor, hazır olup olmadığına aldırmıyor.
Çıkıyor bir köşe başından;
gülen, kömür gözleriyle birden karşıma işte…



Saçlarının her hali hoşuma gidiyor.
Toplayınca başka, omuzlarına döküldüğünde bir başka.
uyandığında bambaşka…

Gelişi güzel, sıradan,
kelebeği öylece tutturuyor.
Sanırım en çok bu salaş halini seviyorum.

Mutfakla, yemek masası arasında koşuştururken,
terliklerinin şakırtısı nasıl da yakışıyor onun bu ele avuca sığmaz tavrına.

Güldüğünde,
esmer esmer, çukur çukur, ne de güzel gülüyor.
O güldükçe bir sarmaşık yürüyor duvarlarımda, gittikçe büyüyor…

İzin veriyorum ısrarlı tırmanışına, yıksın yerle bir etsin tüm duvarlarımı
Ondan gelecek her şey kabulüm,
yeter ki…




Hatırlamak; bazen sızı veren bir gülümsemedir,
dudağının ucundan dökülüverir.

Yapacak onca şey varken şimdi oturmuş onu düşünüyorum işte…

Bir ara,
elime tutuşturuyor Asaf’ın bir kitabını “Şiir oku bana” diyor.

Bir şiirin içerisindeyim tam da şu an,
dizelerim ayaklarıma dolanıyor.

O bunu bilmiyor…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder