15 Aralık 2010 Çarşamba

"Sonyaz..."

“Hayat ne tuhaf; vapurlar falan…”
Ama tuhaf hakikatten…

Çok değil yahu, Otuz sene evvel yüzüne bakmadığınız, önemsemediğimiz şeyler şimdi nasıl da şekil değiştirdi, ne kadar değerli, ne kadar ulaşılmaz oldu.

Çocuktum; hatırlıyorum da, ilk “şişe suyu” gördüğümde o işi yapanların zekası hakkında şüpheye düşmüştüm. “Allahın suyunu” kim satın alırdı ki şişeden?
Öyle ya; yaz günü Arnavut kaldırımı yolu sulayan kasabın hortumundan emerek,
bahçedeki kuyudan kova ile çekip, koca bakır kovayı kafamıza dikerek,
camide, eski bir mahallenin köşesinde birden karşımıza çıkan eski bir çeşmenin kelebek musluğuna ağzımızı dayayarak, kana kana içerdik suyumuzu.

Yıllar geçti,
Artık,
evlerde, iş yerlerinde, her yerde ambalajlı su tüketiliyor.
Şebeke suyu içenin zekasından şüphe eder hale geldik.
Çok değil yahu! Otuz sene evvel.

Otuz sene evvel, bahçeye ektiğimiz domateslerimiz vardı.
Bahçede en ücra köşeye bile ekseniz, yeşerir, büyür ve size en güzel domateslerini; sulamasanız da, bakmasınız da verirdi. Hem de, geçen seneden bir kenara ayrılıp, kurutulmuş tohumlardan yetiştirilen fidelerle.
Fazlası dilimlenir, ipe dizilerek kurutulur,
bir kısmı da kışın tüketilmek üzere salça haline getirilirdi.
Turfanda diye bir şey yoktu hayatımızda.

Sonra…
Sonra, toprağa iki bel vurmaktan, fideleri yetiştirmekten bıktık.
Pazarlardan, sokaktan geçen “arabacılardan” satın alınmaya başladı domatesler.
Ve daha sonra da ithal edilmeye başladı, sanki bu toprakların domatesi, tohumu, fidesi yokmuş gibi.

Pazarla beraber, manavlarla, yeni bir ticaret biçimi ve turfanda hayatla tanıştık.

Pazarcı, en albenili, en kırmızı domatesi, mavi futasında şöyle bir parlatıp, hazırladığı piramidin en önüne dizer.
Onların ardına daha küçükler ve en arkada da artık salçalık kıvama gelmiş çürümeye yüz tutanlar.
Tezgâhın başına gelip “ver bakalım usta şuradan iki kilo” dediğinde,
Kesekâğıdını; piramidin üstünden, göstermelik bir iki kırmızı, ortadan iki üç tane bereli, geri kalanını ise el çabukluğu ile salçalık bölümden doldurur.
Kesekâğıdının ağzını öyle hızlı ve öyle bir fiyakalı kapatır ki, “Şuradan bir bağ maydanoz, yarım kilo da turp ver” deyiverirsin ister istemez.

Elinde fileler, aklında akşam kuracağın rakı sofrası, yavaş yavaş evin yolun yolunu tutarsın…

Güzel bir eylül akşamüstüsü, güneş yavaşça kaybolurken komşunun bahçe duvarının ardında;
pazar filesini boşaltırken bir taraftan, bir taraftan da terlemiş rakı bardağından ilk yudumunu alırsın.
Bahçeye kurduğun “Sonyaz” sofrasıdır artık bu…

Neyle karşılaşacağını bilmeden, keyifle elini attığın kesekâğıdının içinden çıkan her domates; hayal kırıklığına, okkalı bir küfre dönüşür dudaklarında…
Bir koşu pazar yerine gidip, domateslerin pazarcının suratında nasıl da salça halini aldığını görmek istersin hırsla.
Ama akşam çökmüş, pazar çoktan dağılmıştır artık…
Son pişmanlık da kafi gelmez sinirlerini yatıştırmaya.

Küçük dünyaların;
kurduğu büyük hayaller vardır.
Ve büyük yürekleri vardır, küçük mutluluklarla beslenen…

Domates deyip geçmemek lazım…

1982 anayasasında değişmesi gereken, antidemokratik o kadar çok madde var ki,
elbette sivil bir anayasa yapılmalı ve elbette demokratik bir anayasa olmalı mutlaka.

Takiye yapmayı, din istismarcılığını, deniz fenerini, gıda yardımlarını, buzdolabı hibelerini, gemicikleri, mısır ticaretini, vb… bir kenara bıraktım. Onlardan hiç bahsetmeyeceğim.

Ama her şeyden önce bu işte samimi olduklarını söyleyenler, dokunulmazlıklarını kaldırmalıdır.
Onu da “hap” yapsaydık ne olurdu sanki..?

Niçin “evet”? Neden “hayır”? Kaç kişi bu soruların cevabını verebiliyor?
Niçin ve neyi oylamak adına sandık başına gideceğini kaç kişi biliyor bu ülke de?

Bakkal hesabı ile ekonomi, sokak lümpeni ağzı ile ülke yöneten, pazarcı çakallığı ile de anayasa değişikliği yapar elbette.

Ha!
Oluyor mu?
Yapıyor mu?
Görüyoruz ki, yapıyor…
Bu, sizin içinize siniyor mu? Ve katlanabilme aymazlığınız ne kadar?
Aslolan, önemli olan, bu…

Sizi bilmem ama; ben domateslerimi tek tek dokunarak, koklayarak seçmek istiyorum.
“Global pazarcı”nın “kirli” elleriyle doldurduğu ve içinde ne idüğü belirsiz domateslerle dolu olan bir kesekâğıdının; kurduğum sofraların hayalini yıkmasına izin veremem.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder