23 Nisan 2015 Perşembe

-Yarım hava-


Soğuk bir ocak sabahı ya da ayaza tutmuş bir ağustos sabahı… Hatırlamıyorum inan..! O kadar sarhoşum ki, yolunu bile unuttum şimdi. "Uzağa bir yere" diye çıkmayı planladığım yolculukların birinde, düzensiz taşlarla kaplı sokaklarından, yukarıya, “Ora” ya tırmanırken buldum kendimi.
Arkamda yeşil bir çam ordusu. Tam tepede, orada öyle duruyordu bu küçük meyhane. Aşağıda dalga kıranın arkasına sığınmış küçük balıkçı limanı, bir iki tekne, ağını onaran bir iki balıkçı.
Alabildiğine deniz ve bütün paletleri yalancı çıkaran kızıl bir ufuk.
Gel dur burada biraz!
Böyle söyleyince olmuyor işte, görmen lazım.
Sanki ufkun da ötesini göreceksin durduğun yerden. “Karaçi” de ağına aşkını ve sevdiklerini dokuyan balıkçının, “Güneşin oğlu” işlemeli yüzüğünü bile...
Tanıdık yok diye hayıflanma, bak; anason kokusu, aç martıların çığlıkları, denizin mavisi ve üzeri mezelerle donatılmış tahta masa aşina bize.
Kemanın akort sesi bölüyor, klarnetin sesini. İkisi de susunca kanun ve cümbüş aynı anda giriyor
O eski duygu yok biliyorum..
A cancağazım, yeni bir şeyler söylemek lazım…
(devam edecek gibi)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder