24 Eylül 2012 Pazartesi

Anlar, kokular, notalar ve şehirler - "Hanımeli"


Yorgun bir yağmur yağıyor, öyle dingin ve yavaş ki, güngörmüş bir yağmur. Toprak kokusunun beraberinde iğde kokuları getiriyor. 
Tazeliğin gülümsemesini, körpe yaprakları pıtır pıtır titreten yağmuru görüyor musunuz, eski sokakların taşlarını cilalıyor. 
Eğer beklerseniz benimle birlikte; çok değil, birazdan, sabaha karşı yan bahçede bülbül, iskete ve saka sesleri… 
Görmesem de biliyorum, çamur değil bu defa çiçek tozları akıyor taş yolların çataklarından. 
Öyle bir uyum ki bu, bu tazeliğe, kokulara, seslere hayran olmamak elde değil.
Büyük bir aşkla, tutkuyla yazılmış dizeler, satırlar geliyor aklıma, içimdeki arı kovanına çomak sokan birkaç yüz, bir an, sıcak bir nefes, göz açıp kapayana kadar sabaha varan geceler, güzel melodiler, buğulu bir ses…
Bu paragraf başı sizin kaçmak için son şansınız, bütün arılar peşimizde. 
Benim için se artık çok geç, alnında perçemi ile bir yüze takıldım, düştüm çukuruna.



Nice padişahlar geçti bu köprüden, nice ordular, nice yiğitler, arabalar, kamyonlar, gelin alayları, tankların yürüdüğünü gördüğüm de oldu, ama bize dar geliyor köprü, bu şehir, dünya…
Koskoca tarihi köprüye sığamadığımız, yalpalaya yalpalaya iki kanadına savrularak bir geceden sabaha varan neşeli, hüzünlü, şarkılı, naralı merasim geçidimiz.
Eski bir evin taş duvarının köşesinde yine yorgun bir yağmurdan korunmaya çalışırken gürül gürül çağlayan içimizi bile susturan o hanımeli kokusuna kadar sürüyor şamata.
Şimdi Görüyorum ki; susmanın, yorgun yağmurun ve o kokunun sarhoşluğu, rakının sarhoşluğundan çok daha derinmiş.
O taş duvarın ve hanımelinin çiçekleri ve kokusu altında uzun süren sükûnetin ardından şarkıya başlayarak yürümeye devam ediyoruz. 
Yollarda bağıra çağıra şarkı söylemek için rakıya ihtiyacımız yoktu elbette ama biz rakıyı çok seviyorduk.
Gece boyunca dilimize takılıp, bozuk bir plak gibi tekrar ettiğimiz aynı şarkıya, aynı yerden, aynı anda başlayarak, yağmurun altında sırılsıklam oluncaya dek yürüdük.
"Dün akşam yine benim yollarıma bakmışsın.
Gelmeyince üzülüp perdeyi kapatmışsın."
Gece boyunca sadece ondan bahsettik, o’nu anlattı; o gece, önceki gece, ondan önceki ve daha önceki gece de olduğu gibi. İyi bir dinleyici oldum hep, konuşmak bana göre değildi, kelimelerin sihrine ve gücüne inandım, sustum.
Evet, iyi bir dinleyici oldum, oldu. Birbirimizi dinlemekten hiç sıkılmadık, en saçmaladığımız zamanlarda bile.
Yağan yağmur, yürüyüp geçtiğimiz taş sokaklar, tutunduğumuz taş duvarlar, eski evler, bahçeler, çocukluğumuzu özleyip daldığımız ekşi eriklerdi aymamıza sebep belki de. 
Ama o hanımeli kokusu, o koku…
...
Bahçeli evlerin kapıları dar sokaklara açılıyor, dar sokaklarda meydana.
- Lan “kocakafalı” ne zaman açılacaksın sen bu kıza
- Şşş sessiz ol
Karşıki dar sokağın köşesinde sadece kendine münhasır sokak lambası, çöpleri karıştıran bir iki kedi, akasya ağaçları ve bizden başka hiç kimse yok.
Döne dolaşa, gün sonunda şehrin bütün yolları bu meydana çıkarıyor bizi,
Aynı hanımeli kokusu, aynı akasya ağacının altı…
Hiç konuşmadan, aynı pencereye bakıyoruz saatlerce, kendi pencerelerimizden, kendi içimize
Sabah oluyor, günler geceye dönüyor, aylar bitiyor ve yıllar geçiyor…
Sadece o gece yağmurda yürüdüğüm için değil defalarca hastalanıp ateşler içinde yataklara düştüğüm oldu. Ellerinde kolonya ziyaretime gelenlerde oldu elbette. 
Ama o gecenin ertesi günü bir elinde üç dal hanımeli, bir elinde “kocakafalı” o kızın gelişi kadar sevindirmedi hiç kimsenin ziyareti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder